Kıbrıs Sorunu

Kıbrıs’ın, Türkiye’nin dış politikasının başat sorunu haline gelmesinin kökeni 1950’lere kadar gider. Ancak Kıbrıs’ta sorunların başlangıcı daha da eskilere dayanır. 1877-78 Osmanlı-Rus harbini müteakip, Osmanlı Devleti’nin yayılmacı Rus politikasına karşı dış desteğe ihtiyacı olduğu sırada İngiltere’nin Rusya’ya karşı destek vereceği vaadiyle 4 Haziran 1878 de İstanbul’da Kıbrıs Anlaşması (Convention) imzalandı.  Buna göre İngiltere’nin adayı yönetmesi Sultan adına olacaktı. İngilizler 12 Temmuz 1878’de adanın tamamını kontrol altına aldı. 20 Temmuz’da ise Sir Garnet Wolseley İngiliz yüksek komiseri ve komutan olarak atandı. Kıbrıslı Rumların İngiliz yönetimini memnuniyetle karşılamalarına ve adanın Yunanistan’la birleşmesi idealini (Enosis) gerçekleştirmek istemelerine karşın, Kıbrıslı Türklerin önemli bir kısmı anayurt Anadolu’ya göçmeyi tercih ettiler ve bu süreç, uzun yıllar adadaki Türk nüfusun oran olarak azalması ile sonuçlandı. 1923 Lozan Antlaşması ile yeni Türkiye Cumhuriyeti hükümeti Kıbrıs’ın İngiltere’ye ait olduğunu hukuken kabul etti. Bunu müteakip adadaki Türk nüfusunun yaklaşık % 15’i Türkiye’ye göç etti. 1960’ta ise adadaki Türk nüfusun oranı, kaynaklarda genellikle adadaki tüm nüfusun % 18’i olarak belirtilmektedir.
Enosisi gerçekleştirme emelleri İngiliz hâkimiyeti döneminde daha da canlanan Kıbrıslı Rumlar, bu hedef doğrultusunda karşılarına çıkabilecek her fırsatı kollamışlardır. İngiltere’de 1929 yılında İşçi Partisi iktidara gelir gelmez Kıbrıslı Rumlar bir delegasyon oluşturarak Enosis taleplerini Londra’ya ilettiler. Fakat Sömürgeler Bakanının olumsuz tavrı nedeniyle hayal kırıklığına uğradılar. Bu esnada Kıbrıslı Türkler her zaman olduğu gibi Enosise karşıydılar ve Londra’dan İngiliz yönetiminin adada devamını veya adanın Türkiye’ye verilmesini istediler. Ankara ise adanın geleceği ile pek fazla ilgilenmemekteydi. Zira İngilizlerin adayı terk etmeyeceğini düşünüyordu. Ankara’da İngilizlerin Atatürk ile Venizelos tarafından oluşturulan Türk-Yunan yakınlaşmasını tehlikeye düşürmeyecekleri kanaati  hâkimdi.
1931 yılındaki ayaklanmadan sonra bir süre sessiz kalan Rumlar, İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında işçi sınıfını arkasına alan komünist AKEL Partisi ve Kilise önderliğinde Enosis taleplerini yoğunlaştırdılar. Bunun üzerine Kıbrıslı Türkler de Nisan 1943’te Dr. Fazıl Küçük’ün de içinde yer aldığı Kıbrıs Adası Türk Azınlığı Kurumu (KATAK)’nu kurdular. Enosis isteklerine karşı daha sert politikayı savunan Küçük, KATAK’tan ayrılarak Nisan 1944’te Kıbrıs Milli Türk Halk Partisi (KMTHP)’ni kurdu. Ancak Enosis faaliyetlerinin artması üzerine1955’te KATAK ve KMTHP birleşerek “Kıbrıs Türktür Partisi” adını aldı.
Ekim 1950’de Başpiskopos Makarios’un liderliğindeki Kilise, Enosis faaliyetlerini hızlandırırken önce CHP’li Dışişleri Bakanı Sadak, sonrasında da DP’li Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü “Kıbrıs gibi bir meselemiz yoktur” mesajını veriyordu. Ada’da Rumların Enosise hayatiyet kazandırma çabalarının artması üzerine, hükümet sessiz kalırken, Türkiye’de öğrenim gören Kıbrıslı Türklerle Türkiye’ye yerleşmiş Kıbrıslı Türkler, 1948’den itibaren Ankara ve İstanbul’da kurdukları dernekler vasıtasıyla Tasvir, Vatan ve Hürriyet gazetelerinde seslerini duyurmayı başardılar.
Yunanistan, Batı ittifakı içinde yer alma politikası önceliğini tercih ettiğinden Türkiye ile karşı karşıya gelmemek için, 1954 yılına kadar Kıbrıs konusunu İngiltere ile ikili görüşmelerle çözmeyi tercih etti. Nitekim Eylül 1953’te Yunanistan Başbakanı Papagos, Enosise onay vermesi karşılığında İngiltere’ye Kıbrıs’tan üs garantisi verdi. Ancak İngiliz Dışişleri Bakanı Eden, gerek bugün gerekse gelecekte Kıbrıs sorunu diye bir şey olmadığını söyleyerek -bir anlamda Türkiye ile aynı dili konuşarak- Atina’nın önüne set çekti. Bu söylem İngiltere için stratejik zorunluluğun sonucuydu. Türkiye Batı bloğu içerisinde yoluna devam ederken, İngiltere Kıbrıs’ta olduğu sürece sorunun bir parçası olmak istemedi. Ancak adanın statüsünde değişme olduğu takdirde Türkiye’nin söz hakkı olduğunu da vurgulamaktan geri kalmadı.
1954’e gelindiğinde Yunanistan, Kıbrıslı Rumlardan gelen baskılar üzerine sorunu BM’ye taşımaya çalıştı. Ancak BM Genel Kurulu uzun tartışmalardan sonra Yunanistan’ın başvurusunu reddetti. Böylece Kıbrıs konusu ilk defa bir sorun olarak uluslararası kamuoyunun dikkatine sunulmuş oldu. İngiltere’den bağımsızlığını yeni elde eden eski koloniler, olayı Kıbrıslıların İngiliz sömürgesinden kurtulması şeklinde algıladıklarından Rum yanlısı tavır takınıyorlardı. Ayrıca bu ülkeler, Türkiye bu konuda sessiz kaldığından, sorunu sadece Rum tarafından dinliyorlardı. Bu arada BM’den istediği sonucu alamayan Kıbrıslı Rumlar, İngilizleri zorlamak için, Grivas önderliğinde kurulan Kıbrıs Mücadelesi Ulusal Örgütü (EOKA)’nın adada terör faaliyetlerine başlamasına yeşil ışık yaktılar. Bu tarihten sonra EOKA’nın organize ettiği, İngiliz ve Türkleri hedef alan terör faaliyetleri başladı. Olayların tırmanması üzerine İngiliz hükümeti Türk ve Yunan taraflarını Londra’ya konferansa davet etti. Böylelikle Türkiye, İngiltere tarafından soruna resmen taraf edilmiş oluyordu. İngiltere, adadaki çıkarlarını korumak için Türkiye’yi özellikle konuya çekmek istedi. 29 Ağustos 1955’te başlayan toplantıda Türk Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Türkiye’nin politikasının statükodan yana olduğunu, ancak mevcut durumda bir değişiklik yapılacaksa adanın eski sahibi olan Türkiye’ye geri verilmesi gerektiğini vurguladı. Bu aşamada “taksim” Türkiye’nin gündeminde değildi. Artık Türkiye, Kıbrıs diye bir sorunu olduğunu kabul ediyor ve politikasını net olarak ortaya koyuyordu. Londra Konferansı devam ederken Türkiye’de 6/7 Eylül 1955 olayları meydana geldi ve konferans sona ermek durumunda kaldı.
Türkiye’nin soruna taraf olması Kıbrıslı Türkleri cesaretlendirdi. EOKA’ya karşı korunma amacıyla ilk Türk direniş örgütü olan Volkan kuruldu. İngiltere Kıbrıs’ta konumunu netleştirmeye çalışırken EOKA da terör faaliyetlerine devam etti. Ancak başarısız Süveyş kanalı harekâtı İngilizlerin Ortadoğu’daki konumunu iyice sarsıp yerini ABD’ye bırakmak zorunda bırakınca, Londra Ortadoğu stratejisini yeniden gözden geçirmek zorunda kaldı. Kıbrıs’ın İngiltere için stratejik değerinin bu şekilde azalmasıyla, daha önce karşı çıktığı üs talebi karşısında adadan çekilme teklifine sıcak bakmaya başladı. 19 Aralık 1956’da Koloniler Bakanı Lennox-Boyd bir açıklama yaparak adaya self-determinasyon hakkının tanınacağını ilan etti. Ancak Kıbrıs’ın sadece Rumlara bırakılmasını özellikle askerî üslerinin geleceği açısından uygun bulmadığı için, İngiliz Bakan taraflara “taksim” önerisini sundu. Taksim önerisi Türk hükümeti ve muhalefetinde de olumlu yankı uyandırdı ve artık Türkiye’nin tezi “taksim” oldu.
1957 yılı sonundan itibaren İngiltere, Kıbrıs sorunuyla ilgili peş peşe çözüm önerileri sundu. Bu bağlamda ortaya atılan Foot Planı ve akabinde Macmillan Planı, hem adadaki taraflar, hem de Ankara ve Atina’dan destek bulmadı. Çözüm konusundaki tıkanıklık adadaki çatışmaları körükledi. Özellikle EOKA’nın Türklere yönelik saldırılarına karşılık verebilmek ve Türk varlığını muhafaza etmek için 1 Ağustos 1958’de Türk Mukavemet Teşkilatı’nın kurulması ile artan Türk-Rum silahlı çatışması, Türk-Yunan ilişkilerini de tehlikeli boyuta sürüklüyordu. NATO üyesi iki ülkenin çatışmasının bu hassas coğrafyada Sovyet etkisini artıracağından endişelenen Washington, soruna ağırlığını koyarak zor olanı başardı ve tarafları bağımsızlık formülü etrafında çözüm için bir araya getirdi. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması için Ocak 1959 boyunca diplomatik çabalar yoğunlaştırıldı. F. R. Zorlu ve Evangelos Averof arasında 11 Şubat 1959 tarihinde Zürih’te Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı, ayrıca Türkiye ve Yunanistan ile ilişkileri hakkında üç anlaşma parafe edildi. 17-19 Şubat 1959 Londra görüşmeleri sonunda da Zürih Anlaşmaları resmen imzalandı. Özellikle Makarios’un gönülsüzce imzaladığı bu anlaşmalar ile Kıbrıs, 19 Şubat 1960’a kadar bağımsızlığa kavuşturulacaktı. Ancak üs ile ilgili konuda İngilizler ile yaşanan sorun, bağımsızlığı 16 Ağustos 1960’a kadar geciktirdi. Bu anlaşmalar İngiltere ve ABD’nin zaman zaman şantaja varan baskıları neticesinde Makarios’a imzalatıldı.
Kıbrıs sorunu şimdilik kaydıyla Türkiye’nin de lehine olacak şekilde bir sonuca bağlandı. 1957 yılından sonra tarafların silahlanma yarışlarının ve bu alanda yaşanan gerginliklerin bölgeye yansımasının Türkiye’yi de etkilemesi kaçınılmazdı.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Seçilmiş serisi hangi kitaplardan oluşur

İşletmenin Kuruluş Çalışmaları

DDOS attack Bazı Basit Kodlar